Sayfalar

3 Ağustos 2014 Pazar

Dünya Kupası esnasında sosyal medyada milyonlarca paylaşım yapıldı. Bende bu paylaşımlardan kupada yaşanan olayların mizah tarafıyla çok ilgilenenlerdenim.  Belki kupa biteli çok oldu ama baktıkça hala daha gülüyorum.

















18 Şubat 2014 Salı

UÇAN RENAUD

İlk izlediğimden beri her gördüğümde kazanmasını istediğim Londra Olimpiyatları ile de hayranlık seviyemi 30.kuvvetine çıkaran Renaud Lavillenie, geçtiğimiz günlerde Sergei Bubka'nın 21 yıllık sırıkla atlama salon dünya rekorunu kırdı.
Hikayenin ilginç tarafı Bubka'nın memleketinde onun finanse ettiği bir müsabakada o izlerken rekoru kırmasındaydı. Bubka Türk olsaydı hemen zamanlaması manidar diyebilirdik. Şaka bir yana atlayıştan sonra Bubka sahaya indi,tebrik etti ve o rekor atlayışın tekrarını beraber izlediler. İşte spor bu yüzden çok güzel bu yüzden mükemmel. Rekorlar kırılmak için vardır klişesi aklımıza geliyor tabi ama bu şartlarda benim rekorum gözlerimin önünde kırılsa sinir bozucu bulurdum, ölümümü bekleyemediniz mi derdim. Büyük bir pişmanlık yaşar hayattan aldığım tüm zevk o anda biterdi. (Abartmış olabilirim) Bubka ise -karekteri hakkında hiçbir şey bilmiyorum kendisini hiç izleme şansına sahip olamadım- bu atlayışa şahitlik ettiği için mutlu gözüküyordu. Sonra da zaten bundan mutlu oldum bu sporun gelişmesi için çok şeyler yapıyorum gibi açıklamalar yaptı.
Kırılması güç denen bir rekoru tarihe gömdü ve artık önünde daha da zor olanı yine Bubka'nın 6.14'lük açık hava rekoru var. Bu rekorun ona büyük bir motivasyon sağlayacağı kesin, herkes merakla açık hava sezonunu bekliyor bakalım neler yapacak diye.İşinin çok zor belki de imkansız olduğunu biliyorum ama bu noktada Obradovic'ten duyduğum bir filozofa ait 'Motivasyonu yüksek olanın limiti yoktur.' cümlesi aklıma geliyor. 6.14'lük rekorun kırıldığı zamanı gören nesilden olmak istiyorum bu yüzden o efsane atlayışa canlı şahitlik etmek için sabırsızlanıyorum umarım bunu Renaud Lavillenie başarır da bir sporsever olarak mest olurum.
Ben babamdan Bubka'yı dinledim kim bilir çocuklarıma da belki Lavillenie'yi anlatırım. Hem Isinbaeva'yı hem de Lavillenie'yi ballandıra ballandıra anlatmak müthiş olur.
Sonuçta spor insanın sınırlarını zorlamasıdır,ne kadar daha ileriyi gidebileceğini insanların neler yapabileceğini gösterir. Motivasyonun, çalışmanın ve odaklanmanın gücünü gösterir.Bu adam da son dönemde bunu en iyi yansıtan sporculardan biri. Ne diyelim severek izliyoruz...

3 Şubat 2014 Pazartesi

Nadal'ın Gözyaşları

Avustralya Açık finalinde Wawrinka ile oynadığı maçın ilk setinin ardından sağlık molası alan Nadal korta geri döndüğünde seyirciler tarafından ıslıklanmıştı malum. Rafael Nadal gibi kortta savaşçı kimliğiyle bilinen bir tenisçi için bir Grand Slam finalinde sakatlanarak mücadele edemeden kaybedecek olmasının üzüntüsü bir yana seyirciler tarafından sanki numara yapıyormuş gibi ıslıklanmasının da getirdiği hayal kırıklığı onu ağlatmıştı.
Bu olanlarla beraber sosyal medyada Nadal'ın taktik icabı sakatlık numarası yaptığını iddia edenler vardı. Bunun numara olduğu kanısına nereden varabildiler bilemiyorum ama Nadal'ın yenilmek ile ilgili bir problemi olsaydı Novak Djokovic'e üst üste 7 final (3'ü Grand Slam)  kaybettiğinde yapardı mızıkçılığını.
Bunun dışında;
1) 2.sette toplara koşamayan Rafa maçta 2-0 geri düşmeye razı mı oldu. 2006 yılından beri izliyorum daha önce böyle kendisine inanılmaz bir dezavantaj sağlayan stratejiyi neden denediğini görmedim.

2) Daha önce 12 kez karşılaşıp bırakın maç kaybetmeyi set kaybetmediği bir rakibe karşı maç kazanmak için ucuz numaralara ihtiyacı yok.

3)Nadal tam bir savaşçı, asla pes etmeyen kötü oynasa dahi mücadele olarak elinden gelenin en iyisi yapmaya çalışan bir oyuncu.Kortta yetişemeyeceği toplara bile koşan her puanı ilk puan gibi oynadığını söyleyen bir adam. Bu turnuvada Federer ile yaptıkları maçtan aldığı bir sayı bunu da kanıtlar cinsten.
bu tür nedenler zaten numara olduğunu açıklıyordu. Hadi diyelim ön yargınız var Rafa'ya karşı, çamur atmak istiyorsunuz ama maç içinde de sakat olduğunu anlayabilirdik:

1)İlk sette 180 km hızla servis atarken 2.sette servis hızının 125 km hıza kadar düşmesi sırtından problemi olduğunun matematiksel kanıtıydı.

2)2.sette doğru düzgün hareket edememesi,puanları adeta seyretmesi ve takibi zaman zaman ağlayarak oynaması.

3)Turnuvada son üç maçtır(Nishikori-Dimitrov-Federer maçları) yaralı,kabarcıklı eliyle raket sallaması. Bu elle bile mücadelesinden vazgeçmeyen tenisçi mi sakat numarası yaparak maç kazanmaya çalışacak?

Rafael Nadal'ı uzun yıllardır takip edenler karakterinin ne kadar sağlam olduğunu biliyordur. 2009 yılında Avustralya Açık finalinde Roger Federer ile oynadıkları final maçında Federer kaybedince gözyaşlarını tutamamıştı ve seremonide konuşamamıştı, Rafa'nın oradaki tepkisi onu tesellisi zaten onun ne kadar özel bir karakter olduğunu açıklıyor.

Kazandığınız zaman mütevazı olmak rakibinizin hakkını vermek kolay ama sakatlığınız yüzünden doğru düzgün mücadele edemeden, haksız yere seyirciler tarafından ıslıklanan biriyseniz yaşadığınız kalp kırıklığıyla acaba Nadal gibi maç sonunda sportmen olabilecek sporcu var mı?
Maç sonunda sakatlığıyla ilgili sadece 1 soru cevaplandırıp bugün Wawrinka'nın günü diyerek onun şampiyonluğuna gölge düşürmemesi, seyirci hakkında en ufak kötü bir şey söylememesi çok olgun davranışlardı.
Hala aklında soru işaretleri olanlar için: 2-3 gün evvel Barcelona'da yaptırdığı testlerde sırtında yırtık tespit edilmiş, bazı turnuvalardan çekilmesi söz konusu...
En sevdiğim sporcu Nadal, o üzüldüğünde dünyam başıma yıkılıyor gibi hissediyorum, ağladığında bende ağlıyorum. Bütün bu erdemli davranışlarını gördükçe onunla çok büyük bir gurur duyuyorum.

15 Ocak 2014 Çarşamba

SIRIKLARIN EFENDİSİ

         Atletizm bilgimin Süreyya Ayhan ismiyle sınırlı olduğu zamanlarda ne olduğunu dahi bilmediğim sırıkla atlama karşısında beni ekrana kilitleyen Yelena Isinbayeva en sevdiğim kadın sporcu. 2003 yılından beri takip ettiğimi düşünürsem çocukluk kahramanın diyebilirim.
         Başarısı, güzelliği ve sempatikliğiyle çok fazla hayranı olan, her yarıştığında acaba rekor kıracak mı diye büyük bir heyecanla insanları ekrana kilitleyen Isinbayeva bugüne kadar tam 28 dünya rekoru kırdı ve kazandığı Olimpiyat, Avrupa, Dünya salon açık hava tonlarca altın madalya.
Bütün bunlar onun sadece 2000 Sydney’den beri olimpiyatlara dahil olan kadınlar sırıkla atlama branşını dünyaya tanıtmasını ve sevdirmesini sağlamıştır. Bir yandan mükemmel kariyerini inşa ederken bir yandan da atletizme büyük bir hizmet ediyordu aslında. Benim efsane sporcu tanımıma giren de budur işte: başkalarının hayal bile edemeyeceği işlere imza atarken spora da büyük katkılar sağlayan. Bütün bunlar ona hayran olmak için yeterli sebepler belki ama benim ilk dikkatimi çeken olay klasik Isinbayeva konsantrasyonudur. Geleneksel Yelena hareketleri olarak nitelendirdiğim atlayıştan önce battaniyenin altına girmeleri, kimseyi takmadan kendi kendine takılmaları ve sırığıyla olan meşhur konuşmaları beni cezbeden bir durumdu çünkü bir sporcuda ilk kez böyle şeyler görüyordum. Sporda konsantrasyonun ne olduğunu ondan öğrendim.
 


Hatta diğerleri umurumda değil ben en iyi atlayışı yaptığımda onların buna ulaşması çok zor gibisinden açıklamaları beni çılgınlar gibi sevindirirdi. Kimilerinin ukalaca ya da rakibine sanki saygı duymuyormuş gibi yorumladığı bu tarz söylemlerinin hastası oldum her zaman.
2008 Pekin Olimpiyatlarında dünya rekoru kırıp altın madalya aldıktan sonra seremonide ağlarken beni de duygulandırmıştır. Olimpiyat arenasında başka uluslardan insanları bile bu denli etkiliyorsa kim bilir kaç Rus'u Rus olmaktan dolayı gururlandırmıştır.

         Kadınlar sırıkla atlama tarihinin en görkemli kariyerine sahiptir. Kırdığı 28 rekor ile çıtayı çok yükseklere çıkarmıştır ve 5 metreyi geçen ilk kadın atlettir. (Sadece 2 kişi geçti zaten) Bu yüzden uzunca bir süre beklide hiçbir zaman hiçbir kadın atlet onun kadar rekora sahip olamayacaktır ve yıllar boyunca bu disiplinin gelmiş geçmiş en iyisi olarak anılacaktır. Sayesinde onu hemen hemen tüm kariyerini izleme şansına sahip biri olarak gelecek nesillere anlatabileceğim sağlam bir hikayem var artık.

27 Aralık 2013 Cuma

FUTBOL SEYRİ

       Spor denince akla ilk futbol gelen ülkemizde futbol izleyicisinin bir çoğunun ülkemiz dışından da desteklediği takımlar var. Hatta bazılarının elit liglerin hepsinden favori takımları var. Aynı anda bu kadar takım tutmak mümkün mü bilmiyorum ama benim için Fenerbahçe'nin yanında Barcelona'yı desteklemek futbol sevgimi arttıran durumlardan biri olmuştur.
       10 yıldır Barcelona'nın maçlarını kaçırmadan  takip etmeye çalışmak hayatımın önemli bir rutini olmuş durumda. Fenerbahçe için yaşadığım stres kadar olmasa da her hafta Barca'nın galibiyetini bekleyip başta Real Madrid olmak üzere diğer iddaalı takımların puan kayıplarını beklemek epey yorucu oluyor.Bu da benim için La Liga'nın seyir keyfini epey düşürüyor.Atletico Madrid ve Real Madrid güzel futbol oynadıklarında üzülüyor hatta sinirleniyorum.Kendimi bir spor sever insan olarak tanımlarken sahada yaptıkları güzel hareketlerden zevk alamıyorum.Aslında bunun farkına varmamı sağlayan lig Premier League. Premier League'de desteklediğim bir takım olmadığından hafta sonum müthiş keyifli geçiyor..Ligle ilgili hesap yapmayınca,herhangi bir takım için strese girmeyince izlemek daha bir güzel.Tabi ki tuttuğumuz takımın şampiyon olmasının verdiği mutluluğu en kaliteli futbol maçı bile veremez orası ayrı ama zaten İngiliz değiliz.Bu yüzden Premier League de takım tutmamayı bir lüks olarak görüyorum.
Düşüncem uluslar arası taraftarlık işin heyecan kısmını kimi zaman azaltıyor.Buna paralel 2000li yılların en iyi iki oyuncusu olan Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo kıyasının da biraz baltaladığını söyleyebilirim.Herkes sanki bir taraf tutmak zorunda,neden ikisinin de oynadığı oyunda zevk almayı bilmiyoruz.Üstelik bu kıyas sadece saha içinde kalmıyor karakter ve dış görünüş olarak da sürekli yarıştırılıyorlar. Birini yüceltirken diğerini yerin dibine vurmak moda olmuş son dönemde. Bu iki adam gözümüzün önünde futbol tarihini yeniden yazıyorlar,istatistikleri alt üst ediyorlar.Ekran karşısına geçip onları izleme keyfini sonuna kadar çıkarmanın kıymetini bilmek gerekiyor.

9 Aralık 2013 Pazartesi

KİMİ RAİKKONEN’DEN İNCİLER


Formula 1’nin ‘buz adam’ lakaplı 2007 Dünya Şampiyonu Kimi Raikkonen’in medyadan pek hoşlanmadığı bilinen bir şey. Röportajlarda kısa ve doğal cevaplar veriyor. Bizim ayar verme olarak yorumladığımız ve güldüğümüz demeçleri onun için sıradan ve normal aslında.İşte bunlardan bazıları:
      1) Soru: Saatte 300 km hızla gitmek nasıl bir his?
Kimi: Normal bir his.
2)Soru: Birçok sürücü için kask özel anlamalar taşır, senin için önemi nedir?
Kimi: Kask başımı korur.
3)Soru: Kimi biraz konuşur musun?
Kimi: Evet. 1, 2, 3
4)Kendini tanımla, nelerden oluşursun?
Kimi: Herkes gibi kan, kemik ve damar.
5)Soru: Yarış hafta sonunun en heyecanlı anı nedir?
Kimi: Yarışın başlangıcı.
Soru: Peki en sıkıcı anı?
Kimi: Şu an.
6)Soru: Çaylaklar Nico Rosberg ve Scott Speed’e ne tavsiyede bulunursun?
Kimi: Umarım yol verme konusunda iyidirler.
7)Soru: Bir uzaylı ile karşılaştığını düşün. Korkar mısın, kaçar mısın yoksa konuşmaya mı çalışırsın?
Kimi: Böyle bir şey olmayacak bu yüzden düşünmem.
8)Soru: Geri dönmek nasıl bir duygu bu konuda ne hissediyorsun?(2 yıl aradan sonra Formula 1’e geri dönüşü hakkında)
Kimi: Çok normal. Araçlar aynı, insanlar aynı, aynı hikaye.
9)Yarışta Perez ile yaşadıkları olay sonrasında:
Soru: Perez ile olayı konuşacak mısın?
Kimi: Bu bir işe yaramaz, birisi suratına yumruk atmalı.
10)İnsanların benim hakkımda ne dediklerini umursamıyorum. Michael Schumacher değilim.
11)Arkamdaki sürücülerin ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum.
12)Medya olmasaydı Formula 1 cennet olurdu.
13)Motor sporlarına karar verdim çünkü sabahları çok erken kalkmak zorunda değilim.
14)2012 Abu Dhabi Grand Prix’inde 1.giderken takımla arasında geçen telsiz konuşması
Lotus takımı: Alonso 5 saniye arkanda ve
Kimi: Beni yalnız bırakın ne yaptığımı biliyorum.

Lotus takımı: Lastikleri sıcak tut ve
Kimi: Evet, evet, evet. Bunu her zaman yapıyorum 10 saniyede bir hatırlatmana gerek yok.
15)Soru: Kimi 2009 Belçika’dan bu yana ilk galibiyetin, duygularını anlat.
Kimi: Fazla yok gerçekten.
16)Bu sezon sonunda hangi takıma gideceği spekülasyonları yapılırken verdiği demeçler:
Soru: Red Bull’un Daniel Ricciardo’yu seçmesi hakkında ne düşünüyorsun?
Kimi: Kararın benle ilgisi yok niye bunu düşüneyim?

Soru: Alonso seni neden takım arkadaşı olarak istesin?
Kimi: Gidip ona sorun ama Ferrari için kimin yarışacağına Alonso karar vermiyor.

Soru: Tüm takımlar senin kararını bekliyor.
Kimi: Kendi işime bakıyorum. Diğerleri işlerini bana bağladıysa bu benim problemim değil.
17)Soru: Kaskınla yaptığın bir ritüelin var mı?
Kimi: Kaskı silerim böylece daha iyi görürüm.
18)Soru:  Montoyo’nun Nascar’daki başarıları için ne diyorsun?
Kimi: İlgilenmiyorum.
19)Soru: Kimi 5.sırada yer almak nasıl?
Kimi: 5.sırada yer almak gibi.

20)70li yıllardaki yarışçıların zamanında olsaydım hayatım daha kolay olurdu, kesinlikle yanlış zamanda doğmuşum.
21)Soru: Badminton'da Vettel'in seni yendiğini duydum.
Kimi: Birkaç oyun oynadık ve kazanmasına izin verdim.
22)Soru: Ralli ile Formula 1 arasındaki benzerlikler neler?
Kimi: Hala bir direksiyonum, pedalım ve 4 lastiğim var.
23)Soru: Kimi bir şeylere sinirlenir misin?
Kimi: Evet, çoğu zaman ama yarıştan çok normal hayatımda oluyordur.
Soru: Bize örnek verir misin?
Kimi: Hayır, pek değil.
Soru: Normal hayatında neler seni sinirlendirir?
Kimi: Bu tarz soruları sormaya devam edersen böyle şeyler. 
24)Alonso'nun mental oyunları hakkında Kimi: Bu adamın ne düşündüğünü umursamıyorum.
25)Ferrari'de olduğu dönemden:
Soru: Kimi Ferrari'den başka takıma gitmek ister misin?
Kimi: Muhtemelen hayır.
Soru: Kesinlikle gitmek istemezsin yani?
Kimi: Ben 'muhtemelen hayır' dedim.

21 Kasım 2013 Perşembe

AZMİN KRALI

           Geçen yıl bu zamanlar herkes Rafael Nadal’ın geleceğini merak ediyordu. Çünkü sürpriz bir şekilde Wimbledon 2.turunda elenmiş devamında sakatlığı nedeniyle Londra Olimpiyat’larını kaçırmış, sezonun son Grand Slam’i olan Us Open’a katılamamış ve bir sürü turnuvadan çekilmek zorunda kalmıştı. Aslında bu merakın temeli birazda onun kariyerinin ilk yıllarına dayanıyordu. Kortta çok fazla enerji harcaması, sert zeminin dizlerini zorlaması, o dönem için sadece toprak kortu domine eden bir oyun profilinde olması  ve sezon sonlarında yaşadığı form düşüklüğü soru işaretlerinin başlıca sebeplerindendi.
        Oyun stiliyle herkes vücudunu çok fazla yıprattığını söylüyordu. İnsanların bu tezin doğru olabileceği yönündeki en büyük endişelerini daha çok Ocak 2010 da duyduk. Rafa’nın en iyi olduğu sahne olan 2009 Roland Garros’unda 4.turda elenmiş ardından sakatlığından ötürü Wimbledon’dan çekilmişti.2009 yılında pekte parlak bir sezon geçirememişti. Takvimler yeni yılın ilk ayını gösterdiğinde ise Avustralya Açık yarı finalinde sakatlık nedeniyle maçı tamamlayamamış ve 3 ay süren bir ara vermek zorunda kalmıştı. Herkes artık daha çok veya daha kolay sakatlandığını oyun tarzının bedenini ve dizlerini çok zorladığını söylüyordu. Fakat yıl bittiğinde bütün bu endişeler yerini hayranlık dolu yorumlara bırakmıştı. Çünkü ard arda 3 Grand Slam kazanmış ve yılı dünya 1 numarası olarak bitirmişti. Bu sonuçlarla tarihte tüm Grand Slam'leri kazanan en genç isim olmuştu. Geldiği nokta gerçekten inanılmazdı ve müthiş bir başarıydı. Üstelik bunu başardığında sadece 24 yaşındaydı.
           2012 yılında dizinden geçirdiği sakatlık ise daha ciddiydi. Antrenman yapmasına engel olan, çok daha uzun süren bir durumdu bu seferki.Uzun sürmesiyle birlikte sürekli geri dönüşünün ertelenmesi gergin bir bekleyişe sokuyordu insanları.Her tarafta kariyerinin bittiği veya dönse bile eski Nadal olamayacak yorumları yapılıyordu.Koçlardan oyunculara,yorumculardan gazetecilere her yerde bu sesler yükseliyordu. Bütün bunların üzerine bende 8 yıldır bir tenis sever olarak tenis izlemeye başladığım ilk yıllardan bu zamana  sık duyduğum  Rafa 20li yaşlarının sonlarında bu formunda olamayabilir cümlesi ve türevleri yüzünden onun iyi bir geri dönüş yapamayacağı konusunda kendimi şartlamıştım en kötüsüne hazırlıklı olmak amacıyla. Tek düşündüğüm onu tekrar kortlarda görmekti,onsuz tenisi izlemek bir parça  buruk hissettiriyordu.Ancak Nadal’ın inadını ve azmini unutmuştum.Ondan şüphe ettiğim için üstüme bir daha güneş doğmayacak sandığım zamanlar oldu.Şaka bir yana Rafa'nın varlığı beni mutlu ediyor.
            Dönüşünün ilk turnuvası Şili’deydi. Pek prestijli olmayan bu turnuvada final gördü. Sonuçtan çok sağlıklı bir şekilde kortlara dönmesi önemliydi. Sonra Brasil Open’a katıldı ve finalde Nalbandian’ı yenerek şampiyon oldu, ardından Ferrer’i yenerek Acapulco’da şampiyon oldu. Bu 3 toprak kort turnuvasından sonra ise sert zemin turnuvası olan Indian Wells Masters’ı kazandı. Üstelik Federer,Berdych ve del Potro’yu arka arkaya yenerek bunu başarmıştı.Sonuç olarak Rafa resmi olarak geri dönmüştü! 
Avrupa’ya döndüğümüzde Monte Carlo’da finalde Djokovic’e kaybetti fakat hemen sonrasında Barcelona, Madrid Masters ve Rome Masters turnuvalarını kazanarak Roland Garros için Fransa’ya büyük bir güvenle gitti. Yarı finalde Djokovic’le olan büyük kapışmanın ardından finale çıkmayı başardı ve finalde Ferrer’i yenerek 8.kez Roland Garros şampiyonu oldu. Ayrıca tarihte bir Grand Slam’i en çok kazanan isim olmuştu. Toplamda ise 12 Grand Slam’e ulaşmış oluyordu 27 yaşının ilk günlerinde.
Yoğun geçen bir toprak kort sezonunun ardından hiç dinlenemeden ve hazırlanamadan Wimbledon’a gelmişti ve kötü bir oyunla daha ilk turda elendi. Tam 1 yıl önce Wimbledon 2.turunda elendiğinde onu  7 ay boyunca izleyememiştik. Nadal'ın basın toplantısında mağlubiyetinin sebebinin dizlerinin olmadığını söylediğinde derin bir nefes alanların sayısı sanırım çok fazladır. Akıllardan yine aynısı olur mu acaba sorusu geçen çokça insan vardır muhtemelen.
Amerika kıtasına geçtiğimizde Rogers Cup ve Cincinnati Masters’ı kazanarak Us Open öncesi ne kadar formda olduğunu gösterdi. Sezonun son Grand Slam’i için bir hayli iyi gözüktü. Öylesi diz sakatlığının ardından çok iyi dönmüş olmasının yanı sıra sert zeminde oyunu eskisinden daha iyi gözüküyordu.
Amerika açık boyunca iyi performans sergiledi ve muhteşem bir final maçı sonrası Novak Djokovic’i yenerek kariyerinin 13.Grand Slam şampiyonluğunu kazandı. Maç sonu sevinci ise görülmeye değerdi. O sevinç eminim benim gibi birçok Rafael Nadal hayranının gözlerinin dolmasına sebep olmuştur. Onun için mutluydum.
   
         Kariyeri bitti diyenlere kortlarda verilebilecek en güzel cevabı ancak Amerikan filmlerinde görebileceğimiz bir geri dönüş hikayesi ile verdi. Spor tarihinde böyle bir geri dönüş var mı bilmiyorum ama tenis tarihinin en muazzam geri dönüşü olduğu bir gerçek. Bunu başarabilecek başka bir tenisçi var mı onu da bilmiyorum. Tüm sporcular içinde ilham verici olsa gerek.
         Rafa’nın hemen hemen tüm profesyonel kariyerini yakından takip eden biri olarak onun toprak kortların krallığından nasıl büyük bir şampiyona dönüştüğüne tanıklık etme fırsatı buldum. Bütün kariyeri boyunca oyununu sürekli geliştiren, tenisin seyir zevkini artıran bir karakter oldu hep. Hiçbir zaman vazgeçmemesi, mütevazı duruşu ve sportmenliği ile tüm sporculara örnek olduğunu düşünüyorum. Ona olan sevgimin ve saygımın büyüklüğünü anlatamam.Umarım bir daha böyle sakatlıklar yaşamaz ve en azından 4-5 sene daha onu izleme fırsatı bulabiliriz.
          1 yıl önce Nadal tenisi bırakacak mı, eski Nadal olabilecek mi soruları ve sadece toprakta turnuva kazanabilir yorumları yapılırken şimdi ise Federer’in 17 Grand Slam rekorunu kırabilir mi yorumları yapılıyor. Sadece bu bile ona ne kadar saygı gösterilmesi gerektiğinin bir kanıtı. Benim gibi Rafael Nadal hayranları için ise büyük bir gurur ve heyecan.